22 Eylül 2025 - 05:44
GÜNCEL KURLAR
🇺🇸USD: 41,3706 ₺ 🇪🇺EUR: 48,6491 ₺ 🥇GRAM ALTIN: 2.726,69 ₺ BTC: 4.733.369 ₺ 🇺🇸USD: 41,3706 ₺ 🇪🇺EUR: 48,6491 ₺ 🥇GRAM ALTIN: 2.726,69 ₺ BTC: 4.733.369 ₺ 🇺🇸USD: 41,3706 ₺ 🇪🇺EUR: 48,6491 ₺ 🥇GRAM ALTIN: 2.726,69 ₺ BTC: 4.733.369 ₺
Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi ve Tarım
Köşe Yazısı

Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi ve Tarım

01.03.2025 16:32
Prof.Dr.Kamil Okyay SINDIR

Cumhuriyetimizin 2. Yüzyılına girdiğimiz bu dönemde ülkemiz tarımına zamanda kısa bir yolculuk

Bu köşe yazısını paylaş:

Cumhuriyetimizin 2. Yüzyılına girdiğimiz bu dönemde ülkemiz tarımının, Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarından günümüze nasıl geldiğini zamanda kısa bir yolculuk ile gözden geçirelim.

 

Uzun yıllar süren savaşların ardından yorgun ve ekonomik anlamda borç yükü altına girmiş bulunan Osmanlı devleti 19. yüzyılın küresel ekonomik koşullarında neredeyse tümüyle yabancı sermayeye bağımlı bir hale gelmiş bulunmakta idi. Bu durum aynı zamanda politik ve toplumsal yapısını da önemli oranda biçimlendiriyordu.

 

Ülkemizi önce siyasi, ardından ekonomik olarak Osmanlı’dan tamamen farklı bir yapıya dönüştürme kararlılığında olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşımızın zafere doğru yol aldığı 1922 yılının Mart ayında yaptığı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturacak olan ekonomi-politik ve sosyal analizlerinde özellikle köylü, çiftçi ve tarım sektörünün geleceğine yönelik sözleri önemli yer tutmaktadır. (Günaydın, 2008); “Türkiye’nin mevcut potansiyelinin tarımda olduğu gerçeğinden hareketle, modern tarım teknikleri kullanılarak tarımsal üretim artırılacaktır. Bu, Türkiye ekonomi politiğinin temeli olacaktır. Bu çerçevede çiftçi aleyhine gelişen değişim yöntemleri kaldırılacak, altyapı eksiklikleri giderilecektir.”

 

İşte “Türkiye’nin gerçek sahibi üretici köylüdür” sözü ile ünlenen bu konuşmasında Gazi Mustafa Kemal Atatürk, köylünün, çiftçinin kalkınması ile ülke ekonomisinin düzeltilebileceğini vurgulamakta ve ekonomimize hedef olarak “tarım” sektörünü göstermektedir.

 

Mondros Mütarekesi'nden sonra Anadolu'nun ve Rumeli'nin çeşitli şehirlerinde, işgallere karşı kurulan milli cemiyetlerin 7 Eylül 1919'da Sivas Kongresi'nde birleştirilmesinden sonra oluşan ve Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Cumhuriyet Halk Fırkası'na dönüştürülen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri tarafından, Cumhuriyet’imizin kurulmasına aylar kala ve Birinci TBMM'nin çalışma süresi sona ermeden bir süre önce, 8 Nisan 1923'te Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından Dokuz Umde (Dokuz İlke) adı verilen genel program niteliğinde bir bildiri yayınlanmıştır.

 

Bildirinin; “egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur” ve “halkın kendi kendini yönetmesi esastır” temel vurgularının yanında, aşar konusunun düzeltileceği, tütün tarımı ve ticaretinde ulus yararına düzenlemelerin yapılacağı, çiftçinin kredi ve tarım alet ve makinalarıyla destekleneceği ve hammaddesi Türkiye’de bulunan sanayinin teşvik edileceği ifade edilmektedir.

 

İşte bu ilke ve hedefler doğrultusunda yola çıkılan Türkiye Cumhuriyeti, 1923 yılında siyasi anlamda devrim niteliğindeki kuruluşu ile birlikte geçmişi ile siyasi bağlarını koparmıştır.

 

Osmanlı’dan devralınan tarımsal yapı, dış pazar göstergelerine duyarlı, ülkenin iç ekonomik göstergelerinden kopuk, dış pazar için üretim yapan adacıklardan oluşan ve kendi yağıyla kavrulan geçimlik ekonomi olarak tanımlanabilir (Toprak, 1998). Bununla birlikte zorlu yıllar ancak tarımsal üretim artırılarak aşılabilecektir. Çünkü tüm bu olumsuzluklara karşın ülke ekonomisi hemen tümüyle tarıma dayalıdır.

 

1923 yılında ülkenin toplam dışsatımı 50.8 milyon $ iken bunun %86.4’ünü (43.9 milyon $) tarımsal ürünler oluşturmaktadır (Asena, 1981). Aynı zamanda sanayi kapasitesinin son derece yetersiz olması ve kaynak eksikliği nedeniyle, tarım, kalkınmayı sağlayacak sektör olarak seçilmiş, geniş olarak desteklenmiş ve 1927’ye gelindiğinde %27’lik bir büyüme sağlanmıştır.

 

Cumhuriyetin ilk yıllarında nüfusun yaklaşık %84’ü köylerde oturuyordu ve üretim neredeyse tamamen tarıma dayalıydı. 1923 yılında tarımın GSMH içinde payı %43,1, sanayinin payı %10.6, hizmetler kesiminin payı ise %46.3 idi.

 

1924 yılında ilk Ziraat Vekaletinin kurulmasıyla tarım sektörü Bakanlık düzeyinde örgütlenmeye başlamış ve gelişiminde önemli bir atılım gerçekleştirilmiştir. 1926 yılında Hayvan Islahı Yasası ve 1928 yılında Buğday Yasası, Zirai Mücadele Yasası, Hayvan Sağlık Zabıtası Yasası’nın bir dizi yasa ile tarım sektörüne verilen önem yasal zemine oturtulmuştur.

 

1925 yılında ise, tarım ürünlerinin onda birinin ürün olarak alındığı bir vergi türü olan ve tarımsal üretimin önündeki önemli engellerden birisi olan ancak aynı zamanda da bütçe gelirlerinin %22’sini teşkil eden “aşar vergisi” kaldırılmıştır. Aynı zamanda toprak ile ilgili özel mülkiyet benimsenmiş ve vakıf arazileri de hazineye ve özellikle bazı zengin grupların eline geçmiştir. 1927 yılında İzmir’de gerçekleştirilen ve özünde tarımsal kalkınmayı içeren İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar arasında yer alan Tekel Reji İdaresinin kaldırılması ve içki ve tütün tekelinin yerli halka verilmesi ve sonrasında devletleştirilmesi sayesinde Tekel’in ülkeye getirisi 5 kata yakın artırılmıştır.

 

1927 yılı genel nüfus sayımı sonuçlarına göre Türkiye nüfusu 13,648,270 olup nüfusun %75.8’i köylerde yaşamaktadır. Tarımın istihdamdaki payı ise %81.6 düzeyindedir. Ülkede 1,751,239 tarım işletmesi bulunuyordu ve toprak dağılımı son derece adaletsizdi. Diğer yandan işlenen topraklar 6.6 milyon hektar olup bu değer tüm topraklarımızın ancak %5-6.5 kadarını oluşturmaktaydı. Ekilen alanların %89.5’i hububat, %3.9’u baklagiller ve %6.6’sı ise endüstriyel bitkilerin üretimine ayrılmıştı. 1923’ten başlayarak 1938 yılına kadarki dönemde bir grup topraksız çiftçiye ve muhacirlere 3.7 milyon dekar tarım toprağı dağıtılmış ve meralar da tarıma açılmıştır.

 

1929 yılında yaşanan Büyük Dünya Ekonomik Krizi (Buhran) ile birlikte önceleri ekonomik anlamda geçmiş ile bir süreklilik ilişkisi içerisinde olan Türk ekonomik yapısı ulusal - korumacı – devletçi sanayileşme sürecine girmiştir. Bu dönemde “Üç Beyaz” siyasaları çerçevesinde üç temel tarımsal hammadde olan “buğday, şeker pancarı ve pamuk”a dayalı sanayileşme hedeflenmiş ve kısa sürede devlet eliyle şeker, un ve dokuma fabrikaları Türkiye’nin her tarafında boy göstermeye başladı. Doğal olarak ülkenin ürün deseninde ve tarım tekniklerinde de bu ürünlere dayalı değişim ve gelişmeler yaşanmıştır.

 

1937 yılında kurulan ve sonradan Devlet Üretme Çiftlikleri ve bugün de TİGEM adını alan Zirai Kombinalar Teşkilatı sayesinde çiftçinin gereksinim duyduğu tüm girdilerin temini yoluna gidilmiştir. İşte bu yıllar, tarımda eğitimden uygulama çiftliklerine, yönetimden örgütlenmeye, teknik işletmelerden fabrikalara, üretici desteğinden dış satıma kadar giden çok yönlü ve entegre bir anlayışla ele alınan hızlı bir yapılaşmanın, kurumlaşmanın olduğu yıllardır (Dernek, 2006).

 

Uzun süren II. Dünya savaşı ve bunun etkilerinin sürdüğü yıllarda (1939-1946) en çok olumsuz etki tarım sektöründe görülmüştür. Üretim düşüşleri, kıtlık, karaborsa ve hatta fiyat enflasyonu sorunları bu dönemde ciddi sıkıntılar yaşatmıştır. 1945 yılında çıkarılan 4753 sayılı “Çiftçiyi Topraklandırma Yasası” ile devlete ait arazilerin bir bölümü 432 bin aileye, aile başına ortalama 51.6 dekar olmak üzere dağıtılmıştır. Ancak bundan rahatsız olan büyük toprak sahipleri ülke siyasetinde oldukça önemli değişimlere neden olmuşlardır. Adnan Menderes ve arkadaşları yasaya karşı çıkarak 1946 yılında CHP’den ayrılarak Demokrat Partiyi kurmuşlar ve ülke siyasetinde çok partili sisteme geçiş yaşanmıştır.

 

1946 – 1953 yılları “göreli açık pazar koşullarında tarıma dayalı büyüme yılları” ve 1954-1961 yılları “iç pazara yönelik korumacı dış ticaret” siyasalarının izlendiği yıllar olarak tanımlanabilir (Günaydın, 2008). 1946 – 1960 plansız döneminde tarımsal büyüme üzerindeki en önemli etkenlerden birisi traktörleşme ve makinalaşmaya verilen önem ve teşviklerdir. 1945’te 1,000 olan traktör sayısı 1955’te 50,000’e çıkartılmıştır. Bu sayede işlenen alanlar genişletilebilmiş ve üretimde verim ve kalitede önemli düzeyde artışlar sağlanabilmiştir.

 

Sonuçta ekim alanları 14.5 milyondan 18.8 milyon hektara çıkmış, tarımsal üretim 1 kat artmış, özellikle buğday ve arpada ekim alanları %100’lere üretim miktarları % 135’lere ve verim de %50’ye varan oranlarda artırılabilmiştir. Ancak diğer yandan, tarımın milli gelirdeki payı %37.5’ye, kırsal alanda yaşayan nüfus oranı %68’e düşmüş ve Türkiye buğday ihraç eden ülkeler arasında dördüncü sırada yer almıştır.

 

Planlı dönem olarak ta tanımlanabilecek olan 1960-1980 döneminde ise özellikle tarım alanında kamunun müdahaleleri kendini göstermiştir. Bu kapsamda; Toprak Mahsülleri Ofisi, Tekel, Şeker Şirketi, Çay – Kur, Tarım Satış Kooperatifleri aracılığı ile devlet destekleme alımları yapılmış,  piyasaya kamu müdahalesi tarım ürünleri fiyatlarının belli bir düzeyin üstünde kalmasına neden olmuştur.

24 Ocak 1980 kararları ile, 1980 sonrası dönemde neoliberal - serbest piyasa ekonomisine geçiş başlatılmış, devlet özellikle özel teşebbüslerin yatırımlarına teşvik uygulamaları ile ekonomiye yön vermeye başlamıştır. Bu süreç, tipik bir IMF istikrar politikası paketi ve Dünya Bankası yapısal uyum programının tüm unsurlarını içermektedir, şöyle ki; devalüasyon, KİT zamları ve fiyat denetimlerinin kaldırılması, tarımsal destekleme kapsamının daraltılması, tarımsal ürün fiyatlarının baskılanması ve iç ticaret hadlerinin Cumhuriyet döneminde görülmemiş ölçüde tarımın aleyhine dönmesi ile kendisini göstermiştir.

 

Bu dönem, tarım sektörünü yönlendiren, gelişimi üzerinde çok büyük etkileri olan ve aynı zamanda piyasa oluşumunda etkileri olan Yem Fabrikalarının, Et ve Balık Kurumu’nun, Süt Endüstrisi Kurumu’nun, Zirai Donatım Kurumu’nun, Gübre Fabrikaları’nın, Şeker Fabrikalarının, Tekel’in ve daha nice Kamu İktisadi Teşekküllerinin özelleştirildiği ve tarım sektörünün çöküş dönemidir.

 

Bugün geldiğimiz noktada; “İstihdam ve Sektörlerin Payları” verileri incelendiğinde ülkemizde 2024 yılı II. Çeyreğinde istihdam edilen toplam 32,7 milyon kişinin 4,9 milyonunun tarım sektöründe olduğu, diğer bir deyişle tarım sektöründe istihdam edilen işgücünün toplam içerisindeki payının %15 olduğu görülmektedir (TÜİK, 2024b). Türkiye’de yaklaşık olarak her 6,7 kişiden biri tarımla uğraşmaktadır. Tarım sektörü, Gayri Safi Milli Hasıla’nın (GSMH) ise %4,2’sini oluşturmaktadır. Türkiye’de tarımsal yaş ortalamasının da 52 olduğu bildirilmektedir. Her ne kadar bu değer dünya ortalamasının altında kalsa da ülkemizde tarımla uğraşan nüfusun yaşlı olduğu söylenebilir.

 

Ülkemizde bu soruna bir çözüm olarak son dönemlerde “Tarımsal Nüfusun Gençleşmesi” ne yönelik projelerin kırsal kalkınma destekleri kapsamına alındığı görülmektedir. Ancak geçen süreçte henüz olumlu yönde yeterli bir sonuç alınamadığı da ortadadır.

 

Cumhuriyet Döneminden Günümüze Tarım Sektöründe Değişim

 

 

1927

2024

Türkiye Nüfusu

13,648,270

85,664,944

Tarımsal Nüfus Oranı (%)

75.8

17.2

Ekilen Tarla Alanı (milyon hektar)

6.6

20,3

Mera Alanı (milyon hektar)

46.3

14,6

Buğday Verimi (kg/hektar)

350

2,960

Pamuk (lif) Verimi (kg/hektar)

435

1,780

Traktör Sayısı

1,000

1,598,659

Büyükbaş Hayvan Sayısı

4,735,000

16,986,000

Sulanan Tarım Alanı (bin hektar)

5

6,960

 

Diğer yandan, sahip olduğu iklim ve toprak özellikleri ve zengin bir tarımsal üretim potansiyeline rağmen ve dünyanın lider ve önder ülkeleri arasında bulunması gereken ülkemiz tarımının uzun yıllardır izlenen yeni-liberal ekonomi politikaları kıskacından kurtarılması, Cumhuriyetimizin ilk yıllarında olduğu gibi tam bağımsız ve milli politikalar ile buluşması, tarım ürünlerinde (gıda hariç) dış ticaret dengesinin aleyhine büyüdüğü, hemen her üründe ithalat yapan ve “kendine yeter” olma özelliğini yitiren noktadan üreterek büyüyen bir duruma evrilmesi gerekmektedir.

 

Türkiye tarımında üretim ve ürün deseni plan ve kararlarının verilebilmesinin, planlama yapılabilmesinin, sektörel gelişimi ve büyümesinin, dijital çağa ayak uydurabilmesinin en önemli koşullarından birisinin, doğru, sağlıklı,yeni yeter detayda ve erişilebilir verilerin olmasıdır. Bu nedenle, en son 2001 yılında yapılmış olan Genel Tarım Sayımı’nın en kısa zamanda yapılması sektörün sağlıklı gelişimi için elzemdir.

 

Ülke ekonomisine katkıda bulunan sektörler içerisinde önemli bir yere sahip olan tarımın genişletilemeyen alanlarda yapılma zorunluluğu göz önünde tutulduğunda, bu alanların korunması ve bu alanlardan en verimli şekilde yararlanılması gerekliliği kaçınılmazdır.

 

Endüstri 4.0, Tarım 4.0, Hassas/Akıllı Tarım gibi kavramların öne çıktığı günümüz koşullarında teknolojinin getirdiği kolaylıklardan yararlanarak, doğru uygulama ve doğru planlama ile birleştirilecek deneyimlerin tarımı daha da ileriye götüreceği açıktır. İster ileri teknoloji isterse de geleneksel yöntemler kullanılsın, bilinçli olarak yapılan tarımda ana hedefler birim alandan elde edilecek verimi arttırmak, birim (ürün veya alan birimi) maliyetini düşürmek, çevreyi korumak, yaşamın sürdürülebilirliğine katkı sunmak ve sağlıklı ve güvenilir gıda ile tüketicilerimizi buluşturabilmek olmalıdır.

 

Kaynaklar

Toprak, Z., 1998. Türkiye Tarımı ve Yapısal Gelişmeler, 1900-1950. Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923-2000, Yurt Yayınları), s.20, Ankara, 1998.

 

Günaydın, G., 2007. Cumhuriyet Dönemi Boyunca Tarım Sektörünün Sosyolojik ve Ekonomik Dönüşümü, Yayınlanmamış makale, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, 2008.

 

Asena, D., 1981. Türk Tarımında Ana Ürünler. 2. Türkiye İktisat Kongresi, Tarım Komisyonu Tebliğleri, DPT Yayın No:1788, s.188, Ankara, 1981.

 

Dernek Z., 2006. Cumhuriyetin Kuruluşundan Günümüze Tarımsal Gelişmeler. SDÜ, Ziraat Fakültesi Dergisi 1(1): 1-12, 2006. ISSN 1304-9984.

 

 

Yayınlanma: 01.03.2025 16:32