Dünyanın En Çetin Harbi: Çanakkale Savaşları Anısına
Her Mart ayının 18’inde içimizi farklı duygular kaplar. Biraz buruk, biraz hüzünlü ama bir o kadar da gururla dolu duygular hâkim olur. Zira, insanlığın kıyamete kadar dönüp dönüp bakacağı, bakıp da ders alacağı, tarihe unutulmaz bir not düşülmüştür Çanakkale’de. Biz tarihin şeref levhalarına, ecdadının yapıp ettikleri ile iftihar edebilecek, tarihi okuyup anlatırken yüzü kızarmayacak, yeryüzünde Hz. Peygamberin övgüsüne mazhar olmuş nadide milletlerden biri olarak ibretle bakılacak bir geçmişe sahibiz.
Bugün, tarihin tozlu raflarından çıkarılıp insanlığın önüne serilen birçok belge, Çanakkale’de akıl almaz hadiselerden bahsediyor. Bu belgelere baktığımızda binlerce kilometre uzaklardan gelmiş 7 düvelin müslüman Türkleri Anadolu tarihinden silmek uğruna, haç adına ölüm kustuklarını ortaya koyuyor.
Bizim, işin bundan sonrası adına gerekli hassasiyeti gösterip göstermediğimiz hususunda ise, pek de iç açıcı şeyler söylememiz mümkün değildir. Çanakkale savaşları, kendi kulvarında dünyanın en büyük olaylarından birisidir. Yokluk, varlığı... iman, küfrü... tevazu ve mahviyet, kuru gururu... perişan etmiştir. Mevzuya böyle yaklaşıldığında Çanakkale’den çıkarılabilecek pek çok ders vardır. Herşeyden evvel, Çanakkale’nin savaş yolu ile geçilemiyeceği bütün dünya tarafından görülmüş ve kabul edilmiştir.
O dönemin süper güçleri, İngiliz ve Fransız orduları, onların isimlendirmesi ile “yenilmez armada” olarak bilinen orduların dahi yenilebilir olduğu bütün dünyaya ispat edilmiştir. Tarihin hemen her döneminde dünyanın dört bir tarafında problem çıkaran, baş ağrıtan, adeta çıban başı durumundaki üzerinden güneş batmayan imparatorluk, tarihindeki en büyük hezimet ve asker kaybıyla büyük bir prestij kaybına uğradı.
Çanakkale geçilemeyince I. Dünya harbi uzadı. Sıcak denizlere inme, yıkılan Osmanlı pastasından pay alma ümidiyle İttifak Devletlerinin safında savaşa katılan Çarlık Rusyası da Çanakkale’den geçip kendisine ulaşacak İttifak kuvvetlerinin yardımını elde edemediği için, iç karışıklıkların üstesinden gelemeyerek Bolşevik ihtilaline boyun eğmiştir. Doğusundaki son karakolunda kardeşlerinin ölüm kalım mücadelesine seyirci kalan âlem-i İslam, Türk ordusunun muzafferiyetiyle bayram yapmıştır... Tarihin felsefesini yapanlar bundan daha pek çok netice ve ders çıkarabilirler.
Çanakkale Zaferi, dünya tarihinde bir dönüm noktası olmuş, tarihin akışı üzerinde Türk Milleti, belirleyici bir rol oynamış, Millet olma bilincinin tohumları atılarak, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasına zemin hazırlayan, bir prestij ve azmin mücadelesinin adı olmuştur.
Çanakkaleyi geçilmez yapan, Çanakkale Savaşı'nda şehid olan insanların torunları olan bizler, bu savaşın tarihî, siyasî, askerî ve diplomatik yönlerini iyi bilmeli, günümüze ulaşan etkilerini iyi değerlendirmeliyiz. Bayrağın teslimiyetini, her keresinde gerçek varlığın ilânı olan ezanın susmasını, ata kanlarıyla sulanmış kutsal vatan topraklarının düşman çizmesi altında ezilmesini kabul etmeyip, inanç ve iman dolu göğüslerin düşmana siper edildiğini unutmamalıyız.
Gönülden inanıyorum ki, bilimsel bilgi, belge ve tarihi verilerin ışığı altında hazırlanan çalışmalar gelecek nesillerin, Çanakkale Savaşı'nın tarihî önemini daha iyi anlamalarını sağlayacaktır.
Çanakkale Savaşı'yla ilgili kitaplar detaylı olarak incelendiği zaman nice ilginç bilgilerle karşılaşılır. Bu ilginç bilgilerden bir demet sunmak istiyorum sizlere...
Çanakkale Cephesi Savaşları sonucu, Anadolu'daki her 3 evin 1'inden şehit çıkmıştır. 3 kadından birisi ise dul kalmıştır.
Arıburnu ve Conkbayırı'nda şehit olan üniversite öğrencilerinin büyük bir kısmı İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi (Darülfünun Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane) öğrencisidir. Fakülte, öğrenciler ordu hizmetine alındığı için 1915 yılında mezun verememiştir.
Çanakkale Cephesi’nin deniz harekâtı (Boğaz’ın zorlanması), kuşkusuz sıradan bir askerî harekât, ya da muharebe olayı değildir. Boğazlar, konumu ve tarihî önemi itibariyle, İstanbul Karadeniz kapısı, Çanakkale de Ege Denizi kapısı olarak, geçmişte taşıdıkları ve çağımızda taşımakta oldukları stratejik önem ve değer açısından daima birlikte mütalaa edilmiş ve edilmektedir.
Her iki boğaz, klasik ve dar çerçevede sadece Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler değil, Akdeniz’in öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş kanalı ile de bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerini (Atlas ve Hint okyanusu gibi) ve büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş anlamdaki jeopolitik konumuyla, dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan etkilerini bugün de korumaktadır. Bu nedenlerledir ki, Türk Boğazları, uluslararası ilişkilere yön vermede daima odak noktası olmuşlardır.
Gerçekten tarihin eski dönemlerinden beri ön plânda, Avrupa ve Asya ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik, ticarî ve siyasî ilişkilerle, askerî harekâtlar, sürekli olarak Boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir. Başka bir deyişle Boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş ardı arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur.
Boğazların tarihin akışı içindeki stratejik durumu ve jeopolitik konumuyla ilgili yukarıdaki kısa açıklamaların ışığı altında, Çanakkale Muharebelerinin sonuçları üzerindeki değerlendirmeler, kuşkusuz daha da bir önem ve anlam taşıyacaktır. Böylesine bir değerlendirmenin daha gerçekçi ve sağlıklı olabilmesi ise, büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki ulusal emellerine kısaca da olsa, bir göz atılmasını gerektirir.
Birinci Dünya Harbi öncesinin başlıca büyük devletlerinden Almanya’nın, “Drang Nach Osten (doğuya doğru) politikası”, Rusya’nın ılık denizlere ulaşma emelleri; İngiltere’nin, “denizlere egemen olan dünyaya hâkim olur” teorisine dayanarak, özellikle XIX. yüzyıldan bu yana güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını engelleme siyaseti, hep Türk boğazlarında düğümlenmektedir.
Boğazların bu tartışma götürmez önemi konusunda Napolyon “İstanbul bir anahtardır. İstanbul’a egemen olan dünyaya hükmedecektir. Eğer Rusya, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirecek olursa, Tulon, Napoli ve Korfu kapılarına dayanmış olacaktır” demekle, Fransa’nın Boğazlar üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş olmaktadır.
Rusya’nın görüşüyse, Genelkurmay Başkanı Kropatki’nin bir raporunda; “XX. yüzyılda Rusya’nın en önemli işinin, İstanbul Boğazı’nı ele geçirmek olduğuna işaretle, Osmanlı Devleti’ni, Boğazı Rusya’ya bırakmaya hazırlamalı ve Almanya ile anlaşma yapmalıdır” şeklinde ifadesini bulmaktadır.
Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki kısaca açıklanan bu emelleri, onları kendi aralarında da gizli birtakım mücadelelere yöneltmiştir.
Nitekim, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Çar tarafından da onaylanan bir raporunda; “Boğazların güçlü bir devletin eline geçmesi, tüm Güney Rusya’nın ekonomik hayatının, o devletin egemenliği altına girmesidir” demekte ve bu durumun önlenmesi için, İstanbul’un alınmasını önermektedir.
Öte yandan Kasım 1911’de Rusya’nın, Osmanlı Hükümeti’ne Boğazlar üzerindeki istekleriyle ilgili bir notasından haberdar edilen Ingiltere ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir.
Keza Rusya’nın bu ve buna benzer çeşitli tarihlerdeki yinelenen daha birçok istek ve baskılarının birbirini izlemesi, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Merkez Devletleri safına kaymasında büyük bir etken olmuştu.
İşte Boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar çatışmalarıdır ki, İngiliz ve Fransızlar’ı İstanbul’u almaya ve Ruslar’dan önce Karadeniz Boğazı’na el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesi’nin açılmasında başlıca etken olmuştur. Ruslara silah ve malzeme yardımı sorunuysa, savaşın sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur.
Böylece büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki tarihi emellerini ortaya koyarken, bu devletlerden İngiltere’nin bu cephenin açılmasında birinci derecede aktif rol aldığını da belirtmek doğru olur. Nitekim İngiliz Donanma Bakanı Churchill, cephenin açılmasında büyük çaba göstermiş ve etkili olmuştur.
Gerçekten o, bu cephenin açılmasının baş mimari olmuş, Türklerin askerî gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve sadece “sınırlı bir cezalandırma hareketi” olarak görmüştü. En güçlü ve modern silahlarla donatılmış zırhlılarının Boğaz’da görünüvermesiyle, Türklerin direnmekten vazgeçeceğini sanmıştı.
Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıydı. İngilizler, Çanakkale’deki Türk savunmasını ve askerini sadece matematiksel ölçülere vurup, onun yüksek manevi gücünü görmezlikten gelerek, büyük bir hesap hatasına düştüler ve sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç de beklemedikleri amansız cevabı aldılar. Böylece onlar, zaferi Boğaz’da, Türk top ve mayınlarına, karada Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler.
Çanakkale Zaferi’nin, özellikle genç nesillere iyi anlatılması, ecdadımıza ve şehitlerimize bir borcumuz olduğu gibi, geleceğimizin de teminatıdır.
Nitekim kazanılan zafer hakkında devrin önemli liderleri şunları söylediler:
Mesela Churchill, “Türkler, Çanakkaleyi zorlayan çağının en ileri tekniğine sahip güçler karşısına adeta bir kale gibi dikilmişlerdir” diyor.
Sör Kombet ise, “Çanakkalede her şeyimiz kusursuzdur. Fakat başarılı olmadık. Zira Türkler, yuvalarına girilmiş aslanların hiddet, cesaret ve kahramanlığı ile savaşıyorlardı. Böyle bir millet görmedim”.
Bu bakımdan çocuklarımıza Çanakkale’yi anlatırken, Çanakkale’nin normal bir savaş olmadığını anlatmalıyız. Gerçekten de Çanakkale, göğüslerin düşmana siper edildiği, havada kurşunların birbiri ile çarpıştığı sıradışı bir savaştı. Çanakkale aynı zamanda yaralı düşmanını savaş alanından alıp düşman siperlerine götürüp teslim edecek kadar insan olduğunu unutmayanların savaşıydı.Dünyanın en büyük deniz gücüne sahip İngiltere’nin görkemli filosunun, Boğaz Muharebesi’nde düştüğü aczi, yarınların vatan savunucuları hiçbir zaman hatırından çıkarmamalıdır. Burada, Türk askerinin, dünyanın en güçlü zırhlıları ve en modern harp silah, araç gereç ve bol cephanesiyle donatılmış deniz ve kara ordularına karşı sergilediği, başka ulusların askerleriyle kıyas götürmez direnç, azim ve ruh, Türk İstiklal Savaşımızın Kuvay-ı Milliye ruhuyla eş değer bir anlam taşıması açısından da ayrıca tarihsel bir değere sahiptir.
Öyle ki, bu dev armadalar, ateş edebileceğinden bile kuşkuya düşülen eski birtakım demode toplarla alay edercesine savaşıyor, karadaki Türk topçusu, ona sadece 1900 mermi atabilirken, onlar tek bir bataryamıza (Dardanos”a) 4000 mermi atabiliyordu.
Ne var ki, bu mermi yağmurundan karada hasar gören dört Türk topuna karşı, sadece batan düşman gemilerinin üstünde 44 topunun birden Boğaz sularına gömüldüğü görülüyordu. Aslında gerçek, modern silahların, iman ve inançla savaşmasıydı. Hayalleri Kostantinapolis’i İstanbul yapanları buradan atmak ve kendilerine göre düşmanı ezmek, Bizans’ı yeniden diriltmekti. Yoksa topraklarımıza on binlerce kilometre öteden neden gelmişlerdi? Mehmed Âkif merhumun dediği gibi:
Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralya’yla beraber bakıyorsun; Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani tauna da zuldür bu rezil istila...
Çanakkale’de sadece bir cesaret örneği gösterilmemiş, aynı zamanda insan onur ve haysiyetinin zirve yaptığı bir nitelik de sergilenmiştir. Sizlere Çanakkale Savaşı ile ilgili gerçek bir hikaye: Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Adıyamanlı, kimi Gürünlü, kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor... Bunlardan biri Lapseki’nin Beybaş Köyü’ndendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından.
"Ölme ihtimalim çok fazla... Ben bir pusula yazdım... Arkadaşıma ulaştırın..." Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur: "Ben... Ben köylüm Lapseki'li İbrahim Onbaşından 1 Mecit borç aldıydım... Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin". "Sen merak etme evladım" der komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşarken. Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözüde "söyleyin hakkını helâl etsin" olur...
Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getirilmektedir. Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor, şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor. İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır ne titremesine ne de göz yaşlarına engel olamaz...
PUSULADAKİ NOT: "Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil'e 1 mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim." Aslında bu iman ve güç, Seyit Onbaşı’ya 215 kiloluk mermiyi sırtına alıp top kundağına koyduran, Conkbayırı’nda Mustafa Kemal’in kalbinin üzerindeki saate şarapneli çarptıran, mevcudunun üçte ikisi şehid düşen 57. Alaya yenilmezlik gücünü veren, bile bile ölen arkadaşının hemen arkasından onun bıraktığı cepheyi tutan Çanakkale’nin isimsiz kahramanları, vatanın her bir köşesinden cepheye koşarken, asla geri dönmeyi düşünmediler, Türklük onur ve haysiyetini en güzel şekilde korumakla üzerlerine düşen görevi layıkıyla yerine getirdiler.
Onlar, Çanakkale Zaferi’ni elde etmekle, sadece bir zafer değil, Türk Milletinin Anadolu’daki varlığının devamını da sağladılar ve haklı olarak Türk Milleti’nin gönlünde ve kalbinde “Mehmetçik” ünvanını kazandılar.
Mukaddes vatan toprakları için, canlarını seve seve vererek; bir ulusun kaderini değiştiren, vatanımızı, istiklalimizi, sarsılmaz imanları, eşsiz cesaretlerine borçlu olduğumuz, aziz şehitlerimiz, dünyada eşi benzeri olmayan bir destan yazmıştır. Onlar, şairin dediği gibi, toprakları uğruna toprağa düşüp, bir hilâl uğruna tertemiz alınlarından vurulup, makber yerine, Yüce Peygamberin kendilerine açılan kollarına yol almıştır.
Vatanın her karış toprağını kanlarıyla sulamış bu destanı yazanları, barış adına, ülkemizi işgal etmek isteyenlerle eşdeğer tutanlar, ehl-i sâlib’in günümüzdeki temsilcileridir. Bu gibilerin, toplumumuz tarafından iyi bilinmesi gerekmektedir.
Bu vesileyle, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ü, Çanakkale Şehitlerimizi ve bugüne dek vermiş olduğumuz tüm aziz şehitlerimizi, bir kez daha saygı ve şükranla anıyor, Cenab-ı Allah’tan rahmetler diliyorum.