Av.Ulvi Puğ'un Eşsiz Kaleminden İzmir'in Kurtuluşu ve Bağımsızlık Öykümüz
15 Mayıs 1919’da “Olamaz, olamaz, böyle ellerini sallaya sallaya giremezler!" diyerek şehit düşeceğini bile bile işgalcilere ilk kurşunu atan Hasan Tahsin, attığı ilk kurşunla Kurtuluş Savaşı Destanımızı fiilen İzmir’de başlatmıştı.
Ve bu büyük destan 9 Eylül 1922 günü Yüzbaşı Şerafettin ve arkadaşlarının, Türk Bayrağımızı, İzmir’de Hükümet Konağında göndere çekmesi ile şanla şerefle İzmir’de sona ermişti.
9 Eylül 1922 aslında sadece İzmir’in değil tüm Türkiye’nin ve Türk Milletinin kurtuluş günüdür. Bunu anlamak için önce biraz geriye, Büyük taarruz emrinin öncesine kadar uzanmak gerekir.
Çanakkale Savaşı, 1. İnönü, 2. İnönü Savaşları ve Sakarya Meydan Muharebesi hep savunma zaferleridir. Mustafa Kemal gerekli tüm hazırlıkları tamamlamış ve artık sıra bir savunma değil bir taarruz zaferine gelmiştir.
Fakat, Mustafa Kemal’in en yakın silah arkadaşlarında bile bir tereddüt vardır. Bütün silahımızı, mühimmatımızı, bütün askerlerimizi bir tek taarruzda kullanacağız. Ya kaybedersek, diye düşünmekte ve sormaktadırlar.
Bu büyük sorumluluğu düşünebiliyor musunuz? Bütün vatanın, bütün milletin kaderi sizin omuzlarınızda ve en yakın, en güvendiğiniz silah arkadaşlarınız size “Ya kaybedersek?” diyorlar.
Ama büyük liderler ne zaman harekete geçeceğini bilen insanlar arasından çıkar. Gazi Mustafa Kemal Atatürk de bu milletin bağrından çıkmış en büyük liderdir. Büyük Taarruz emrini verir ve 26 Ağustos 1922’de sabaha karşı taarruz başlar.
O sabah saat 5.30'da “Ya kaybedersek!” endişesinden kaynaklanan sessizlik yerini top seslerine bırakır.
Saat 6.20 de, taarruzdan 50 dakika sonra ilk müjdeli haber gelir Kemalettin Sami Bey’den; “Birliklerimiz Kalecik'i işgal etti!”
İlk bir iki gün bu tür haberlerle geçer.
29 Ağustos’u 30 Ağustos’a bağlayan gece Cephenin Harekat Dairesi Başkanı Tevfik Bey çeşitli kolordu ve tümenlerden gelen bilgileri Cephe Kumandanı İsmet İnönü’ye sunmuş ve İnönü gördüklerine inanamıştır. Bunları hemen paşaya da gösterin, diyerek Atatürk'e göndermiştir.
Mustafa Kemal Atatürk 29 Ağustos’u 30 Ağustos’a bağlayan geceyi şöyle anlatır. Bana Tevfik Beyin geldiğini bildirdiler. Tevfik Bey getirdiği savaş durumunu gösterdi. Hemen İsmet ve Fevzi’yi çağırınız dedim. Bir de üçümüz birlikte durumu gözden geçirdik ve şu neticeye vardık ki; Türkün gerçek kurtuluş güneşi 30 Ağustos sabahı, ufuktan bütün parlaklığı ile doğacaktır.
Yeni harekat tedbirlerimizi buna göre aldık.
Evet, 30 Ağustos’ta Türk Milleti zaferi doya doya ciğerlerine çeker.
Falih Rıfkı Atay, 30 Ağustos Zaferini şöyle anlatır:
“Nemiz varsa, eğer bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaşlar olmuşsak, şerefli insanlar olarak dolaşıyorsak, yurdumuzu batının pençesinden, vicdanımızı ve düşüncemizi Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferine borçluyuz.”
9 Eylül’e gelmeden, küçük bir fıkra ile biraz soluk alalım.
Kumarhaneden çıkan Dursun ve Temel sokakta yürüyorlarmış. Her şeyini kumarda kaybedip, çırılçıplak kaldığı için, iki eliyle önünü ve arkasını kapatarak iki büklüm yürümeye çalışan Temel, yanında üzerinde kalan bir tek donla dimdik yürüyen Dursun'a bakıp; “Ula Dursun!” demiş. “Senun en peğendiğum özelliğun pudur. Nerede duracağinu pileysun!"
Tarihte sayısal olarak en çok savaş kazanan kişilerden biri Napolyon’dur. Ama Napolyon bugün, kazandığı savaşlarla değil kaybettiği Waterloo Savaşıyla anılır. Çünkü nerede duracağını bilememiştir.
Hitler’i mahveden de nerede duracağını bilmeyip Moskova’ya kadar gitmeye kalkması olmuştur.
Tarih nerede duracağını bilmeyenlerin hezimetleri ile doludur.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise yalnız ne zaman harekete geçeceğini değil, nerede ve ne zaman duracağını da bilen büyük bir liderdi. Onu, en büyük yapan özelliklerinden biri de buydu.
O, Büyük Taarruz emrini verirken; “Ya kaybedersek?” diyen arkadaşları, 30 Ağustos Zaferinden sonra İstanbul’a, Trakya’ya da gidelim demeye başlamışlardı. Ama Atatürk 30 Ağustos’tan sonra oraları silahla değil diplomasi zaferiyle kazanmayı başardı.
Çünkü o; zaruri olduğunda, kendi de ölmeyi göze alarak, “Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum!” diyecek kadar kararlı ve cesur bir asker, zaruret ortadan kalktığında da “Savaş hayati ve zaruri olmalıdır. Milletlerin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir!” diyen büyük bir devlet adamıydı.
O yüzden, Gazi Mustafa Kemal, asker olarak son emrini, Kurtuluş Savaşının nihai hedefi olan İzmir’e doğru verdi;
Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri!
Büyük Usta Nazım Hikmet ise Kuvâ-yi Milliye Destanını şöyle bitirir İzmir’de.
Sonra,
Sonra, 9 Eylülde İzmir’e girdik ve Kayserili bir nefer
yanan şehrin kızıltısı içinden gelip öfkeden, sevinçten,
Ümitten ağlıya ağlıya,
Güneyden Kuzeye,
Doğudan Batıya,
Türk halkıyla beraber seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i.
Ve biz de burda bitirdik destanımızı.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise 1925 yılında yaptığı konuşmada, İzmir’in Kurtuluş Savaşımızın nihai hedefi olduğunu şu güzel sözlerle açıklar;
Saygıdeğer İzmirliler, siz çok üzüldünüz; çünkü çok acılar ve eziyetler gördünüz. Mutlusunuz, çünkü bütün memleket sizi kutsal bir kurtuluş hedefi olarak kabul etmiştir.
Ahmak düşman buraya gelmeseydi, belki bütün memleket dikkatsizlikte dalmış olarak kalırdı. Siz bütün millet adına, bütün memleket adına sıkıntı çektiniz. Fakat bugün bu sıkıntının ödülüne sahipsiniz. Tebrik ederim. Bütün dünya duysun ki, Efendiler; artık İzmir hiçbir kirli ayağın üzerine basamayacağı kutsal bir topraktır.
Evet, 9 Eylül İzmir’in kurtuluşu, İzmir’in kurtuluşu tüm vatanın, tüm milletin kurtuluşudur.
Evet, Nemiz varsa hepsini, her şeyi 30 Ağustos’a borçluyuz.
Çünkü 30 Ağustos Zaferi olmasaydı, Malazgirt Zaferinin, İstanbul’un Fethinin, Çanakkale Zaferinin bir anlamı kalmayacaktı.
30 Ağustos Zaferi olmasaydı 9 Eylül olmayacaktı, Lozan Barış Antlaşması olmayacaktı, Demokratik, Laik, Türkiye Cumhuriyeti olmayacaktı.
Ama şunu da unutmayalım ki;
Tarihe dayalı senaryo yazılabilir ama senaryoya dayalı tarih yazılamaz.
Ve bütün dünya tarihinde açıkça yazıldı ki; 30 Ağustos'u ve tüm diğerlerini de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e borçluyuz!
O yüzden biz Atatürkçüler, kimsenin kayığına binmeyiz. Çünkü biz Bandırma Vapurunun yolcularıyız.
Yolumuz Cumhuriyet, pusulamız Atatürk’tür.
Ve çok iyi biliriz ki:
Dün bu vatanı ve milleti kurtaran Atatürk’tü, bugün içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtaracak olan ise ATATÜRKÇÜLÜKTÜR!
9 Eylül; İzmir’in ve Türkiye’nin kurtuluş günü kutlu,
Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bize bu vatanı ve cumhuriyeti armağan eden tüm şehitlerimizin ruhları şad olsun!
Av.Ulvi PUĞ